İNSANIN ACAYİP KISA TARİHİ KİTABI İNCELEME

  • Yazar: Güray Süngü
  • Yayınevi: İz Yayıncılık
  • Sayfa Sayısı: 152
  • Türü: Roman
  • ISNB: 978-605-326-416-3

 

Ağaçtan düşen elmalar ve morun tatlı tonları eşliğinde kitaptan sızan o ışık süzmesinden içeriye daldım. Evvela hayatı Kadırga’dan başlayan bir ademin yaşamına tanık oldum. Birkaç sayfa daha çevirdim ve kitapla ilk tanışma… “Ben demeden konuşalım ne olur.” Anladım. Bu hikaye tüm insanlığın. Bizim kederimiz, derdimiz. Okuyucuyu sıcak bir karşılama ardından samimi satırlar… Bir tane daha ve bir daha, arka kapağa ulaşana dek…

Daha kitabın başlarında kurulan süslü kelime oyunları, eğlenceli, akıcı üslubuyla anlamıştım; bu kitabın farklı olduğunu. Ee, haliyle bu güzel cümleler sağlam bir kurgunun erleri olmalıydı. Ancak kitabın ortalarına kadar ulaşmama rağmen elimde yalnız anlamadığım ama okurken çok eğlendiğim bir takım olay dizisi vardı. Cümlelerin akıcılığına kapılıp gitmiştim. Bu yüzden, henüz kendisini bu satırları ile tanıdığım ama kalemini sapasağlam bulduğum yazarın bana ne katmayı hedeflediğini bulamadım. Özüme büyük bir olgu yerleştirecekti. Bunu biliyordum. Ama bu olgunun ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sayfaları çevirmeye devam ettim ve ancak sona yakın belki de sonunda zihnimin perdesini aralayıp içine özenle benlik, öz, varoluş gibi sözcükleri serpiştirdim.

Neden Bu İsim?

     İlk bakışta elbette ki acayip bir insanlık tarihi okuyacakmışız gibi bir hava esiyor. Essin çünkü gerçekten de kendi varoluşumuzu okuyoruz. Ama bu kanıya ancak kitabın özünü anladığımda ulaştım.  O adem aslında her birimiz. Kendimizi okuyoruz onunla, onun hissettikleriyle, karmaşasıyla, duygularının cümbüşüyle ve sorgularıyla. Tek adem üzerinden tüm insanlık betimlenmiş. Güray Süngü’nün dehasını en çok buraya yakıştırıyorum.

Konusu

Kitap benliğini, kendini, adını dahi unutan bir ademin, bir adamın veyahut bir insanın hikayesini ele alıyor. Ama ne alış. Adem kendisini hiç bilmediği ama bildiğini sandığı bir lisanı konuşurken bulur. Gözlerini bir pansiyonun yer yatağında açar. Kim olduğunu, nereden geldiğini, nasıl geldiğini sorgular. Tıpkı yeni doğmuş bir bebek gibidir. Kendisine yardımcı olacağını düşünerek pansiyon sahibine gider. O da ademimize yardım etmek için onu yaşlı bir bilge ile tanıştırır. Gerisi karmakarışık bir kısır döngü. Bodoslama bir dalma ile işin esasını söylemek gerekirse bizim ademin kendini unutma sebebi aşkının acısı. Kitabın başında da geçen, geçmişini hatırlamaya çalışırken puslu bir görüntüyle, yalnız bir  dikiş makinesinin kasasına alnını dayayıp ağladığımı hatırlıyorum demesi de işte olayın en başı. Zira o kavrulup, yanıp tutuşurken gözyaşları içerisinde Allah’tan benliğini, geçmişini, kendisini unutturmasını diler. Çünkü unutunca tüm acılarının dineceğini düşünür.

     “… derin nefes al sonra ellerini uzat ileriye doğru orada bir duvar gibi, varmış gibi, ona dokun, sonra onu yavaşça it. Duvar değil o. Dünya. Dünya da değil, hayat, yaşam, onu it, böylelikle kendini geriye çekmiş olursun, o gerçeklerin dışına, ötesine değil, gerisine, şimdi bak, orada değilsin artık, oradaki acı sana yabancı, yalnızlık yabancı, sakinsin artık, huzur dolu.”

Evet, belki acı insanın muvazenesini kaybettirir, her zerresini yakar, nefesini keser ama bilmediği şey şuydu ki “İnsanı insan yapan çektiği acılarıdır.”  Unutmak acıları dindirmez. Unutmak daha da incitir. Belirsizliğin içinde kaybolmak daha acıdır. İnsan özünün peşinde koşar. Onu kovalar, kovalar. Onu yakalamak çok zordur belki de imkansız. Ama onu bulanlar onu arayanlardır. Gerçeğe yaklaştığında ise esas acı başlar. Gerçek acıtır çünkü. Benliği, varlığı hatırlatır. Güray Süngü, biçemiyle, konuya eğlenceli yaklaşımıyla bu acılar yokmuş gibi davransa da aslında odak noktası hepimizin ortak derdi. İnsanların sancılı kalperini, karmakarışık hislerini, acılarını kısa bir süreliğine de olsa dindirmeyi hedeflemiş. İşe yaramışta.

Kısır Döngü

Kendini unutmayı dileyip de tekrar kendini aramaya çıkan adem, ihtiyardan aldığı nasihat ile zamanı geçinceye kadar kürek çeker. En sonunda zamanı geçer ve zamanın ötesinde bulur kendini. Büyük mabedin karşısında… Yine bir bilge. Her şeyi hatırlamak istiyorsan çık ve bahçedeki o elmadan ye, der.  İşte kısır döngünün başlangıcı. Adem karakterden karaktere bürünür. Ama aslında her defasında kendi benliğindedir. Dönüp dolaşıp kendini o elma ağacının yanında bulur. Tıpkı bir çember etrafında dönüyormuşcasına. Tüm bunlar kendini, aşkı, hakikati bulma arayışı ve bu arayışla birlikte keder…

Tasavvufi Bölümler

Güray Süngü kalemini yer yer tasavvuf mürekkebine batırmıştır. Buna verilecek en güzel örnek: Hz. Adem ve Hz. Havva’nın kıssası. Zira onlar için de o elma ağacı hem bir başlangıç hem bir sondur. İkinci olarak ise tasavvufta daire tekrar Hakka dönüşü simgeler. Bizim karakterimiz ademin de her defasında kendini dönüp dolaşıp elma ağacının yani başlangıcın dibinde bulması tasavvuftaki daire ile örtüşmektedir. Ademin sürekli maddeyi, varlığı da sorgulaması bir diğer örnektir.

Günümüz İnsanında Adem

Günümüzde etrafımız belki de direkt kendimiz tıpkı adem gibi gaflet içerisinde. Hepimizi bir karamsarlık bürüdü. Geleceğe dair umutlar azaldı ve hatta tükendi. Sürekli aradık kendimizi. Biz belki adem gibi geçmişimizi aramıyoruz. Evet, hafızamızın bir köşesinde geçmişimiz yatıyor. Yatıyor yatmasına da o geçmişin daha da köklerini bilmiyoruz ama. Biz hatırlamak istiyoruz. “… ne yaşadığını bilmiyorsan kim olduğunu bilmenin bir faydası yoktur.” Neyi mi hatırlamak istiyoruz? Çok önceyi, gözlerimizi açtığımız an? Hayır, daha da geri. Belki bin asır belki daha fazla… Adem de yaşlı bilgeden kim olduğunu öğrenir fakat yine de bulamaz kendini. Çünkü onun da hatırlaması gereken özüydü.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

CAPTCHA ImageChange Image