Hiç durup da düşündük mü: Bu büyük devasa kentler, metropoller nasıl oluştu? Bu oluşumların arka planında ne var da büyük aksaklıklar olmadan bu kadar düzenli bir şekilde işliyor? Bu soruların cevabı medeniyet tasavvurunda yatıyor.
Medeniyet tasavvuru, şehirlerin oluşmasında rol oynayan en büyük oyuncudur. Anlamı ise uygarlığın tasarımı demektir. Aslında bir toplumun kendine ait değerler sistemi ile oluşturmuş olduğu tasarıdır. Biz insanların, çoğu zaman hukuk kurallarına ihtiyacı olmuştur. Çünkü insan başıboş kalamaz, belli bir sistem içine dahil olmak ister. İşte medeniyet tasavvurunun da kendine ait bir hukuk sistemi olduğundan insanların bir arada yaşamasını mümkün kılıyor.
Bir şehre köye veya bir mahalleye baktığımızda da aslında bu kümelerin sadece boş bir kalabalıktan ibaret olmadığını görüyoruz. Bu oluşumların içerisindeki insanları birbirine bağlayan, bir arada huzurla yaşamalarını sağlayan bir şey olmalı. Hepsini aynı inanca sürükleyen bir şey olmalı:“kültür”. Kültür, en küçük insan topluluğunu bile ayakta tutan yegane şeydir. Bütün insanları bir arada tutuyor çünkü kökeni inanca, değere dayanıyor. Kültür insanları bir arada tutuyor derken onların aynı inanca sahip olmaları, aynı hukuk sistemine, benzer uygulamalara sahip olmalarını kastediyorum. Benzer uygulamalar demişken her toplum kendi inancına uygun yaşamak istediğinden eğer ki hayatını devam ettirdiği mekan bu inanca uygun değilse orayı değiştirmek ister. Nasıl ki Selçuklu; Anadolu’ya yerleşmeye başladığında ilk kendi mimarisine özel camii, han, hamam gibi yapılar oluşturduysa bunun gibi her toplum yaşadığı yeri kendi hayat şartlarına uygun hale getirmeye çalışır.
İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özellik kendi değerleridir. Hayvanların kendine has bir değer sistemi olmadığı için aralarında bir hukuk sistemi de yoktur. Çünkü hukuk, değerler sistemini düzenleyen ve denetleyen bir kurumdur. Değerlerin davranışa dökülmesi ile biçim oluşur. Örneğin insanlar, banyo yapmak için kapalı alan kullanır. Ancak hayvanlara baktığımızda onların açık veya kapalı hiçbir mekan fark etmeksizin kendilerini temizlediklerini görüyoruz. İnsan edebinden dolayı kendini temizlemeyi gizli yapmayı tercih eder. Hayvanlarda böyle bir olgu olmadığından davranışları da buna göre şekillenmez. İşte insanın davranış biçiminin arkasında bir değer sistemi vardır.
Şehirler, eylemlerden oluşur. Çünkü eylemlerin arkasında da değerler vardır. Eğer bu değerler biçime dökülmeseydi medeniyet tasavvuru oluşmazdı. Çünkü şehirlerin dinamik kalması için biçim gerekir. Değerlerin sadece inançta kalıp davranışa dökülmemesi, o inancın yok olmasına sebep olur. Buna en güzel örnek namazdır bence. Allah İslam’ın sadece inançta kalmasını isteseydi, kullarına namazı emretmezdi. O bu inancın davranışa dökülmesini istemiştir. Çünkü davranışa dönüşmeyen her inanç yok olmaya mahkumdur.
Şehirlerin oluşmasını sağlayan en büyük etkenlerden biri de şehirdeki kıstasların çokluğudur. Zira insan; tekdüzelikten çok çabuk sıkılan, sürekli yeni tecrübe ve farklı yaşayışlar elde etmek isteyen bir varlıktır. Şehirdeki bu farklılıklar, renklilik demektir. İnsan doğası da renkli olanı sevdiği için şehri seçer. Sonuç olarak şehirlerin arka planına baktığımızda hep bir değer sistemi görüyoruz. Bu değer sistemleri de ne kadar sağlam olursa ve ne kadar davranışa dönüştürülürse o toplum da o kadar gelişmiş bir medeniyet olur.