- Yazar: Necip Fazıl Kısakürek
- Yayınevi: Büyük Doğu Yayınları
- Sayfa Sayısı: 264
- Türü: Otobiyografi
- ISBN : 9789758180240
- Konusu: Necip Fazıl’ın Hayatı
Özeti: Necip Fazıl bu kitabında hidayeti nasıl bulduğunu, bu yol boyunca neler yaşadığını anlatır. O Hayatını iki bölüme ayırır: ilk kısmı Tanıyıncaya kadar (1904-1934) (hocası Abdülhakim Arvasi’yi) ikincisi Tanıdıktan Sonra (1934-1943). Hocası Abdülhakim Arvasi Hazretleri ile tanışmadan evvelki hayatını şu sözlerle tanımlar: Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; Gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum… Tanımadan önceki hayatında birçok buhranlar, çileler, kurcalayışlar, vehimler, arayışlar… Tüm bu kalabalık duygular arasından kurtulmaya, hidayet ve hakikat yolunu bulmaya çalışmaktadır. Bir gün yine bu karmakarışık hisler içinde vapura biner. Oturduğu koltuğun tam karşısında bulunan bir adam, kendisini çok dikkatli bir şekilde izlemektedir. Necip Fazıl bu vaziyetten pek rahatsız olur. Aradan geçen uzun bir vakit sonrası adam selam verir. Necip Fazıl da aynen alır. Konuşmaya başlayan adam İslamiyetten, ecelden, gafletin her bir yanı sarması gibi mevzulardan bahseder. Buna karşılık Necip Fazıl derhal tasavvuf ilmini sorar.
-Zamanımızda irşada ehliyetli bir kimse var mı?*
-Beyoğlunda, Ağacamiinde… Cumaları, orada ders verir.*
-İsmi?*
-Abdülhakim Efendi Hazretleri…*
-Nasıl bir zat?*
-Görürsünüz!.. Orada dinliyecekleriniz halk için, nâs için söylenen sözler… Siz o sözlerin içine girmeye ve ötesindeki hikmete ulaşmaya bakın!.. *
Bu sözleri hayret ile karşılayan Necip Fazıl, bir daha bu adamı görmemiştir. Bir gün Beyoğlunda kadın derdi ile uğraşırken yanındaki arkadaşına günlerden ne olduğunu sorar. Cuma cevabını aldığı vakit aklına hemen vapurdaki aldığı adres gelir, arkadaşını Ağacamii’ne gitmeye ikna eder. Ve ilk görüş…
(Tanıdıktan sonra)
Çile bataklarında bulunan Necip Fazıl’ın artık iyileşme dönemi başlamıştır. Uzun, meşakkatli, ancak sebatla aşılan bir yol… Her sorusunun cevabını hocasından almış, içindeki vehimleri yavaş yavaş söndürmüştür. Ondan öğrendiği her bilgiyi hayatına tatbik etmeye çalışmıştır. Artık bambaşka bir hayata adım atmıştır. Sancılı günler yerini, hilkatin getirdiği sımsıcak imana bırakmıştır. Bu dönemde üstadının kerametlerine şahit olmuş ve kendisini de çeşitli kerametler yaşamıştır. Çok kez sahih rüyalar görmüştür. İbadetlerine başlamış, İslamiyeti hayatının her noktasına koymuştur. Tabii bu yol boyunca pek çok kez bâtıla, yanlışa düşmüştür. “Hatar” dediğimiz insana şüphe, vehim, vesvese uyandıran düşüncelerin ortasında bulmuştur kendisini. Ama sonucunda hakikat yolunu görmüştür.
Peki, Sonra?
Üstadı ile geçirdiği dokuz sene boyunca hayatı çok değişmiştir. Hocasının tavsiyesi ile Evlenmiş hatta bir çocuğu olmuştur. Bu sıralarda işleri ile çok meşgul olan Necip Fazıl, kurban kesip Efendisinin eline öpmek istemekte. Bunun için çarşıya kurbanlık bakmaya gider. Orada tanıdığı bir kimseden Efendisinin polisler tarafından götürüldüğünü öğrenir. Derhal Onun bulunduğu şubeye gider fakat bir şey yapamaz. O dönemde yaşanmış olan Menemen hâdisesi üzerine tüm şeyhleri Menemene sürgün etmekteler. Efendi Hazretlerini de hiç bir siyasi faaliyette bulunmadığı halde sürgün etmişlerdir. Efendi Hazretlerinin evini basıp, her yeri didik didik aramışlardır. Zaten kitaplarından başka bir şey olmayan evinde yalnızca bir bohçaya sarılmış hırka bulurlar. Bu hırka Efendi Hazretlerinin mürşidi, Seyyid Fehim Efendi Hazretlerine aittir. Aslında hiç bir şüphe uyandırmayacak olan eşya ile birlikte Efendi Hazretlerini karakola götürürler. Oradan İzmir’e sürgün… İzmir’de bir kaç ay kaldıktan sonra Vekiller Heyeti kararı ile serbest bırakılır. Yakınları onu Ankara’ya götürür. Vefatları yakındır.
İkinci Buhran
Necip Fazıl, Hocasının vefatına çok üzülmüştür. Yine kendisine hatarlar hücum etmektedir. Vehimler deryasının ortasındadır. Kayboluşlar, handikaplar, riya korkuları… O bu dönemde Efendi Hazretlerinin yakınları, akrabaları ile görüşmektedir. Onlar halini çok iyi anlamakta, kendisine tavsiyede bulunmaktadırlar. Onların yanında bir nebze olsun rahatlamaktadır. Bu arada Necip Fazıl, Büyük Doğu dergisini çıkarma çabaları ardından dönemin iktidarından gelen sert tepkiler üzerine birçok kez hapishaneye girmiştir. Hakikati bilen, genç nesillerin yetişmesi için çabalayan ve bundan vazgeçmeyen Necip Fazıl’ın hayatı çilelerle doludur.
Kitabın Üslubu
Kitapta yer yer Osmanlıca kelimelerin sayısı artsa da kolay anlaşılır bir dile sahiptir. Güzel tasvirler, teşbihler mevcuttur. Dili akıcıdır.
Kitaptan Bölümler
1)Hayatım, başından ben muazzam bir şeyi bulmanın cereyanı içinde akıyordu. Şu veya bu miskin vesilenin
hassasiyeti içinde birini arıyordum.*
BİRİNİ…*
O, kim mi? Allah’ın Sevgilisi… Sonsuzluk ikliminin batmayan güneşi ve ebedîlik
sarayının paslanmaz tacı…*
Tek dâva O’nu bulmakta, bulduracak olanı bulmaktaydı. Binbir istikamette seke seke, sağa sola
büküle büküle, renkten renge bulana bulana, hiçbir şeyden habersiz ve insandaki meccani emniyet
ve bedahet saadeti karşısında şaşkın, hep o BİR etrafında helezonlar çizen bir hayat…*
Benim hayatım budur!*
2)…Bu kelebeğin canlanması, titremesi, kımıldanması; kanatlarını çırpmaya başlaması ve
yapıştığı satıhdan fırlayıp mesafeler boyunca uçması lâzımdı.*
Ama nasıl?*
Bunun için iki cendereden sıyrılıp çıkmak lâzımdı:*
Aletten yoksunluk, hedeften mahrumluk…*
Alet, dil, Türkçe… Bu aletin (Hentatonik) basitliği ve havasızlığı beni boğuyordu. Cedlerimizin bu
dâvayı kavrayıp Türkçeyi bir çarşaf gibi Arapça ve Farsça meyve ağaçlarının dalları altında
açmaları ve yemişlerini devşirmeleri, böylece içinde tek bir mücerret mefhum bulunmayan
dillerini düşünür hale getirmiş olmaları bana yapılması şart tek iş olarak görünüyor; fakat bu gidişin
iğretilikten ileriye geçemeyişi, bünyeyle kaynaştırılamayışı ve aslî maddeleri almak dururken sarf ve nahvine kadar iktibasçılık yobazlığına düşülmesi, hususiyle «Edebiyat-ı Cedide» devrinde en ağdalı Divan Edebiyatında bile rastlanmayacak ve Arapla İranlıyı şaşırtacak derecede sun’iliğe yol açılması ruhuma son derece giran geliyordu.*
3)Ve belki de tımarhandeki deliler kursaklarındaki sırrı artık ağızlarından kaçıracak kadar ruhları
zayıfladığı içindir ki, böyle demir parmaklıklı kümeslere kapatılmışlardı.*
4)Tarihimiz boyunca ne çektikse, belirttiğimiz gibi aşksız, hikmetsiz ham ve kaba softalardan çektik!*
5)«— Edep hududa riayet etmektir. En büyük edep, İlâhî hududu muhafaza…»*
6)«— Gafil halk, kesik ve bitkin, bir lâf eder:*
Yarın olsa da bir iş işlesem… Bilmez ki, bugün, dünkü günün yarınıdır. Bugün ne işlemiştir ki, yarın
bir şey işleyebilsin?»*
7)— Her şey itidal halinde olmalı buyuruyorsunuz. Yâni her şey haddini muhafaza etmeli… Aşkta,
muhabbette de mi efendim?..*
«— Ne zannettin ya; o da haddi içinde kalmalı… Yoksa yanar, kül oluruz.»*